*Lübnan Türkmenleri: Modern Zorluklar Karşısında Zengin Bir Mirasın Koruyucuları*
Lübnan Türkmenlerinin hikâyesi, kökenleri Selçuklu ve Osmanlı Türklerine dayanan bu topluluğun neredeyse bin yıllık geçmişine kadar uzanır. İlk olarak Abbasî ordusuyla birlikte asker olarak bölgeye gelen Türkmenlerin varlığı, 9. yüzyılda Tolunoğlu ve İhşid dönemlerinde önemli ölçüde artmıştır. Özellikle 1065’te Han-oğlu Harun’un Kuzey Suriye’ye girişi ve ardından Kurlu Bey’in Filistin’de bir beylik kurması, yerleşim süreçlerinde kaydedilen önemli erken dönüm noktalarıdır.
Tarih boyunca Türkmenler, Selçuklu, Zengid ve Memlük egemenlik dönemleri başta olmak üzere stratejik olarak Lübnan’ın çeşitli bölgelerine yerleşmiş; Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise Sultan I. Selim’in talimatıyla menzil lojistiği, istihbarat ve güvenlik hizmetlerinde görev almaları amacıyla bölgeye yerleştirilmişlerdir.
Günümüzde Lübnan Türkmenleri, ağırlıklı olarak Bekaa Vadisi, Akkar ve Trablus bölgelerinde yaşamakta olup, bu coğrafyalarda canlı kültürel geleneklerini sürdürmektedirler. Özellikle Bekaa Vadisi öne çıkmakta; Kifraya, Şıhemiye, Duris, Nananiye, Addus, Hadidiye ve El Kaa gibi köylerde büyük bir Türkmen nüfusu barındırmaktadır. Bu köylerde atalarından miras kalan gelenekler, dil ve sözlü halk kültürü, çevrelerindeki kültürel etkilere rağmen hâlâ yaşatılmaktadır. Lübnan Türkmenleri, Akkar Türkleri, Girit Türkleri, Türkiye’den göç eden Türkler ve Suriye Türkmenleri gibi alt gruplara ayrılarak farklı sosyo-kültürel kimlikler oluşturmuşlardır.
Tarihi varlıklarına karşın Lübnan Türkmenleri, günümüzde önemli sorunlarla karşı karşıyadır. Nüfusları genel itibarıyla yaklaşık %2 civarında olmasına rağmen, Lübnan Anayasası’nda tanınmamış bir azınlık olarak yer almakta; anayasal temsile ve parlamento koltuklarına kavuşamamaktadır. Oysa ülkedeki daha küçük nüfuslu topluluklar—örneğin Ermeniler—anayasal tanınma ve siyasi temsile sahiptir.
Ekonomik açıdan Lübnan Türkmenleri genellikle toprak sahibi olamamaktadır; kiralık tarım arazilerine bağımlı olarak yaşamlarını sürdürmekte, bu durum marjinalleşmeye ve kronik yoksulluğa zemin hazırlamaktadır. Özellikle Bekaa Vadisi’nde aileler, çoğu kez vasıfsız veya yetersiz toprakları yüksek kiralarla kiralamak zorunda kalarak herhangi bir anlamlı yatırım yapma imkânından yoksun kalmaktadır. Ortaöğretimi bitirip üniversite diploması alan gençler dahi alternatif istihdam olanağı bulunmadığından çiftçilik yapmak zorunda kalmaktadır. Yerel şirketler ve kamu kurumları, tarihsel süreç boyunca Türkmen adayları görmezden gelmiş; bu ihmal ardı ardına gelen yönetimler boyunca devam etmiştir. Sonuç olarak, tarım, mühendislik veya eğitim gibi alanlarda eğitim almış pek çok genç, yeterliliklerine uygun iş bulamayarak kiraladıkları küçük toprak parçalarında geçimlerini sürdürmeye mecbur kalmaktadır.
Siyasi açıdan topluluğun örgütlenme ve temsil eksikliği, sosyal statülerini zayıflatmaktadır. Resmî bir azınlık statüsü olmaması ve ayrılmış parlamento koltuklarının bulunmaması, Türkmenlerin ekonomik kalkınma projeleri, tarımsal sübvansiyonlar veya istihdam programları talep edebilme gücünü ciddi oranda azaltmaktadır.
Kültürel alanda ise genç kuşaklar, başta Arapça eğitim sistemi olmak üzere sınırlı nitelikli okullar nedeniyle Türk kültür ve dilinden kopma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bekaa Vadisi’ndeki birçok köyde donanımlı okullar bulunmamakta; sınıflar aşırı kalabalık, öğretim materyalleri yetersiz ve özellikle Türkçe ders verebilecek nitelikli öğretmen sayısı oldukça azdır. Bu nedenle birçok Türkmen çocuğu, ailelerinin imkânı varsa erken yaşta okulu bırakmakta ya da yüksek öğrenim görebilmek için yakın kentlerdeki özel okullara kaydolmaktadır. Liseyi bitirip üniversiteye devam edenlerin bile, mezuniyetlerinin ardından istikrarlı bir iş bulma olasılıkları bulunmadığından, yüksek öğrenim sürecinde borçlanma eğilimi artmaktadır. Öte yandan Türkçenin korunması da tehlikeye girmiş durumdadır: yalnızca birkaç okulda Türkçe eğitimi verilebilmekte; Yunus Emre Enstitüsü gibi kurumlar tarafından sunulan destekleyici kurslar ise akıcılık düzeyini güvence altına almak için yeterli olmamaktadır. Zaman içerisinde Arapça medya ve akran grupları, geleneksel halk şarkıları ile sözlü tarih anlatılarını ikame ederek gündelik yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelmiş, bu durum dilsel asimilasyon ve kültürel erozyon riskini daha da artırmıştır.
Tüm bu zorluklara rağmen Lübnan Türkmenleri, miraslarını korumak için aktif çabalar sarf etmektedir. Topluluk bazlı çabalar arasında kültürel festivaller düzenlemek, dernekler kurmak ve resmî tanınma için savunuculuk yapmak yer almaktadır. Önerilen girişimler arasında Türkçe eğitim veren kurumların—özellikle anaokulları ve iki dilli ilköğretim okullarının—kurulması ile kültür merkezlerinin açılması, yıllardır süregelen ihmalin tersine çevrilmesi ve gelecek kuşaklara güçlü bir başlangıç yapma imkânı sağlanması adına kritik adımlar olarak görülmektedir.
Bizler, Lübnan Türkmenleri Öğrenci ve Gençlik Derneği olarak, öğrencilerimizi ve geniş Türkmen topluluğunu desteklemek amacıyla Türkiye ile güçlü ve verimli ilişkiler kurmaya yönelik çalışmalar yürütmekteyiz. İnancımız nettir: Lübnan Türkmenlerini güçlendirdiğimizde, hem kendi topluluğumuzu hem de buna dolaylı olarak Türkiye’yi güçlendirmiş oluruz.
Lübnan Türkmenleri, yapılandırılmış eğitim programları, odaklanmış ekonomik girişimler, kültürel belgelemeler ve siyasi savunuculuk yoluyla zengin miraslarının asimilasyona uğramadan korunmasını talep etmektedir. Bu çabalar desteklendiğinde, Lübnan’ın çokkültürlü toplumsal yapısını güçlendirmek ve bu köklü topluluğun tarihî ve kültürel önemini hak ettiği şekilde tanımak mümkün olacaktır.
Omar Hussien
(Oktan Türk Teşkilatı Yönetim Kurulu Üyesi,
Lübnan Türkleri öğrenci ve Gençler Derneği Genel Başkanı)